-
1 faible
-
2 тускло
1) donuk donukту́скло свети́ть — sönük / zayıf bir ışık vermek
2) перен. ( невыразительно) sönük (biçimde), cansız (biçimde) -
3 glimmer
zayif bir sekilde parlamak,donuk isik; zerre -
4 слабый
1) zayıf, güçsüz, kuvvetsizсла́бый челове́к — güçsüz / zayıf adam
сла́бая а́рмия — zayıf ordu
он насто́лько слаб, что не мо́жет пошевели́ться — kımıldamayacak kadar halsizdir
2) ( болезненный) hastalıklıсла́бый ребёнок — hastalıklı / dayanıksız çocuk
3) (малый, незначительный) zayıfсла́бая наде́жда — zayıf / sönük umut
4) в соч. (лишённый твёрдости, устойчивости) zayıf; gevşekсла́бая во́ля — zayıf irade
сла́бая дисципли́на — gevşek disiplin
у него́ сла́бый хара́ктер — zayıf karakterlidir
5) (некрепкий, ненасыщенный) hafifсла́бый таба́к — hafif / yavaş tütün
сла́бое лека́рство — etkisi az / etkisiz bir ilaç
6) (небольшой по силе, неотчётливый) zayıf, hafifсла́бый свет — zayıf / sönük / kör ışık
сла́бый ве́тер — hafif rüzgar
сла́бый след — belirli belirsiz bir iz
вари́ть на сла́бом огне́ — hafif ateşte pişirmek
7) (недостаточный, плохой) zayıf; cılızсла́бый учени́к — zayıf bir öğrenci
в шко́ле он был слаб в фи́зике — разг. okuldayken fizikten zayıftı
сла́бый рома́н — cılız / güçsüz bir roman
сла́бая па́мять — zayıf hafıza
8) ( малоубедительный) zayıfсла́бый аргуме́нт — zayıf delil
9) ( нетугой) gevşekсла́бый у́зел — gevşek düğüm
••сла́бое ме́сто, сла́бая сторона́ — zayıf nokta / taraf
-
5 lueur
n f1 zayıf ışık2 une lueur de az bir miktar◊Il reste une lueur d'espoir. — Küçük bir umut ışığı kaldı.
См. также в других словарях:
zayıf — sf., Ar. żaˁīf 1) Eti, yağı az olan, sıska, cılız, arık (insan veya hayvan) Uzun boylu, zayıf, ellilik bir hanım. S. M. Alus 2) Görevini yapacak yeterli gücü olmayan Zayıf bir ordu. Gözleri zayıf. 3) mec. Sağlamlığı, dayanıklılığı olmayan Zayıf… … Çağatay Osmanlı Sözlük
almak — i, ır 1) Bir şeyi elle veya başka bir araçla tutarak bulunduğu yerden ayırmak, kaldırmak Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı. N. Cumalı 2) i, den Bir şeyi veya kimseyi bulunduğu yerden ayırmak Çocuğu okuldan aldı. 3)… … Çağatay Osmanlı Sözlük
vermek — i, e, ir 1) Üzerinde, elinde veya yakınında olan bir şeyi birisine eriştirmek, iletmek Okumadığım zaman tavukların bahçesindeyim, yemlerini ben veririm. Ö. Seyfettin 2) Bırakmak veya bağışlamak Hırsımdan bazılarına bedava verdim, alın götürün,… … Çağatay Osmanlı Sözlük
cılız — sf. 1) Çok zayıf ve güçsüz, eneze, nahif Hanın sahibi cılız bir adamdı. S. F. Abasıyanık 2) Güçsüz, sönük (ışık) 3) Basit, değersiz, önemsiz Mimaride cılız eserler vücuda geliyordu. B. Felek … Çağatay Osmanlı Sözlük